Eleştirel Düşünce
Kavramlar
Prof.Dr. Doğan Özlem'in Mantık (İnkılap:2004) kitabından kısaltılarak alınmıştır
Kavram
Temelde, kavramı, bir şeyin (objenin) zihindeki ve zihne ait tasarımı saymışlardır.
Kavram, imgeden (hayal) de ayrılır. İmge, algıladığımız herhangi tekil bir nesnenin bizdeki izlenimidir (şu anda algıladığım “bu masa”); oysa “kavram” bir duyusal izlenim değil, bir tasarımdır. Bu yüzden tekil bir şeyin imgesi ile kavramı farklıdır. Kavramı, algıladığımız tek tek masalardaki ortak özellikleri birleştirerek zihnimizde kurarız.
Kavramın dille ifadesine ihtiyaç duyarız ki, bir kavram dille ifade edildiğinde terim adını alır.
Kavram, bir şeyin (objenin) tasarımıdır; terim ise o şeyin tanımının tek sözcükle ifadesidir. Örneğin “insan” kavramı, insan nesnesi hakkında sahip olduğumuz tüm bilgileri bize bir tek sözcükle, terimle çağrıştıran bir anlam yoğunluğuna sahiptir. Ancak bir kavramı, tüm anlam yoğunluğuyla düşünmek, onu düşündüğümüz her kez, onu bu anlam yoğunluğuyla ifade etmeyi, onu her kez aydınlatmayı gerektirir. İşte, terimin ilk işlevi kavramı dilsel yoldan işaret etmekse, ikinci işlevi, bize kavramın işaret ettiği şey (obje) hakkında bildiklerimizi anımsatmasıdır.
Terimin bu ikinci işlevi kavramın belirtilmesini, onun anlamının açığa çıkartılmasını gerektirir ki, bu iş ancak kavram-önerme ilişkisi içinde yapılabilir. Tanım yapmak ise, önermeler kurmayı gerektirir. Bu açıdan bakıldığında, kavram, bir veya birden fazla önerme ile ifade ettiğimiz (tanımladığımız) bir şeyi (nesneyi, durumu, ilişkiyi vb.) tek bir sözcükle (terimle) anmamıza yarayan bir özettir.
Kavram, biriktirilmiş, depo edilmiş, yoğunlaştırılarak bir sözcüğe yükletilmiş, bu sözcükte toplanmış bir bilgidir. Öyle ki, epistemolojik açıdan kavram, işaret ettiği şey (obje) hakkındaki bilgimiz arttıkça, hacmi durmadan genişleyen bir hazne, bir depo görünümündedir. İşte bu niteliğiyle kavram, dilde hiçbir zaman tam olarak ifadesini bulamayan bir potansiyaliteye sahiptir. Örneğin “insan” tek bir sözcükle, tek bir terimle gösterdiğimiz bir kavramdır. Ancak, bilgimiz arttıkça, “insan” kavramının anlamı da genişler. Ayrıca bir kavramın anlamı üzerinde yanılmak da mümkündür. İnsanlar dünyayı yüzlerce yıl düz sandılar, “dünya” kavramının anlamını buna göre belirlediler; ancak dünyanın yuvarlak olduğu anlaşıldığında, “dünya” kavramının anlamı değişti. Ama düz olsun, yuvarlak olsun, kavram olarak “dünya”, bir şeyin zihindeki genel tasarımı olmayı sürdürdü.
Prof. Dr. Şafak Ural'in Klasik Mantık (İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Ders Notları) kitabından kısaltılarak alınmıştır
Terim
Günlük konuşma dili, düşüncelerimizi aktarmak için kullandığımız bir araçtır. Dilin böyle bir görevi yerine getirmesi, anlamlı sembollerden kurulmuş olmasından, yani bir içeriğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Terimler bu sayede nesnelere varlık kazandırır, bizim için anlamlı varlıklar olmalarını sağlarlar.
Dil içinde anlam taşıyan en küçük birimler terimlerdir. Terimler her türlü maddi ve manevi nesneleri, tek tek olayları ve olguları ifade etmeye yararlar. Bu özellik, terimlerin iki yönlü görevleri olduğunu göstermektedir: Her türlü olguya/nesneye işaret etmek ve bir anlam taşımak. Terimlerin bu özellikleri kaplam ve içlem adıyla anılır.
Terimler geleneksel olarak iki gruba ayrılırlar: İlki, ki, o, bu ve ise gibi zamir, sıfat, bağlaç türünden “tek başına anlam taşımayan” kelimelerin oluşturduğu guruptur. Bu bölümün konusunu oluşturan ikinci gurup ise, «kalem», «ağaç», «iyilik», «ruh», «hürriyet» gibi “tek başına anlam taşıyan” kelimelerden oluşur. Her iki ifade için ortak bir deyim olarak «kelime» terimi kullanılabilir.
Tanım
Prof.Dr. Doğan Özlem'in Mantık (İnkılap:2004) kitabından kısaltılarak alınmıştır
Tanım, bir kavramın (terimin) anlamını belirleme işlemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kavramın (terimin) anlamını belirleme demek, o kavrama yükletilebilecek özellikleri dil aracılığıyla ifade etmek demektir. Bunun dilsel yolu da o kavramı (terimi) özne, o kavrama yükletilebilecek özellikleri yüklem olarak içerecek önermeler kurmaktır.
Her tanım bir önermedir. Ama bunun tersi her durumda doğru değildir. Örneğin, “İnsan akıllıdır.” önermesi, insan öznesine akıllı yükleminin verilmiş olduğu bir tanım önermesidir. Buna karşılık “Ahmet akıllıdır.” önermesi bir tanım önermesi sayılmamıştır. Tekil kavramları içeren önermeler (“Ahmet akıllıdır.”), bir tanım değil, bir betim içerirler denmiştir.
Tanım, dil içerisinde ve pratik yaşamda, “Nedir?” sorusuna verilen bir yanıt olarak karşımıza çıkar.
Tanımın Değişkenliği
Kavramlar bizler için sadece bir şeyin tasarımı, bir fikir, bir ide olmakla kalmazlar; onların başkalarına dil aracılığıyla bildirilmesi, onların anlamlarının belirtilmesi de gerekir. Ve burada hepimizin pratik yaşamdan bildiğimiz güçlükler ortaya çıkar. Çünkü bir kavramın anlamı konusunda herkesin aynı kanıda olmadığı görülür. Bu yalnızca felsefî (özellikle: ahlaksal, estetik), ideolojik, siyasal vb. kavramların anlamları konusunda karşılaştığımız bir güçlük de değildir. Hatta bilimsel kavramlar için bile geçerlidir.
Bir kavramın anlamı her zaman değişebilir. Felsefî, ideolojik ve hatta bilimsel kavramlar, dönemden döneme, çağdan çağa büyük değişikliklere uğrarlar ve bu bakımdan kavramlar hakkında tüm dönem ve çağlar için geçerli anlamlardan çok, dönem ve çağlara özgü anlamlardan söz etmek, tarihsel açıdan doğru olur. Bu durum, felsefede, tarihsellik ve görelilik adıyla anılan bir temel problem olarak kendisini gösterir ve mutlak, evrensel, genel-geçer bir bilgi imkânını problematik kılar.
Hemen anlaşılacağı gibi, mantıkçı, tanımın mantıksal koşullara uygunluğuyla ilgilenmektedir; tanımlanan şeyin içeriksel yönüyle, bilgisel değeriyle değil. O halde bu koşullar nelerdir?
Her şeyden önce, tanımın, en basit formuyla, tanımlanan konumundaki bir özne ile tanımlayan konumundaki bir yüklemden oluşan bir önerme olması zorunludur. En eksiksiz tanım, öznesi ile yüklemi, yani tanımlananı ile tanımlayanı özdeş olan terimlerden oluşan bir önermedir. Böyle bir önerme, “özdeşlik önermesi” olarak görmüş olduğumuz “A, A’dır.” formuna sahip bir önermedir. Bu tür tanımlara mantıkta ayrıca totoloji tanım denir. Grekçe “to” Batı dillerinde adların önünde yer alan the (İng.) gibi artikellerin karşılığıdır ve bir nesne adını simgeler, “to-to”, bir şeyin (to) yine kendisi (to) olduğunu ifade eder ve “totoloji” bir şeyi kendisine dayanarak bilmek, tanımlamak anlamına gelir. Ancak, “İnsan insandır.” veya “Üçgen üçgendir.” demekle, formel olarak yetkin bir tanım yapıyorsak da bu tanımlar, bir şeyin kendisi olduğunu bildiren özdeşlik bilgisinden öteye bir bilgiyi bize vermezler.
Dolayısıyla bilgi verici tanım, yüklem durumundaki terimin özne durumundaki terimden farklı olmasını gerektirir. Yani bilgi verici bir tanım, “A, B’dir.” formundaki bir önerme olmalıdır. Burada, B, A’ya yeni bir şey katan, A’nın özelliği olan şeydir.
Biz, deney ve gözlem yoluyla tanıdığımız nesneleri tanımlayabileceğimiz gibi, nesne olmayan veya sadece kendimizin ad koyduğu şeyleri de tanımlayabiliriz. Örneğin matematikte “asal ilk sayı” denen ve “sadece 1 olan sayı” olarak tanımlanan şey, bizim nesne olmayan bir şeye ad koyup onu tanımlamamıza bir örnektir. Oysa, “Bakır iletkendir.” dediğimizde, bir nesneyi bir özelliğiyle tanımlamış oluruz.
Prof.Dr. İbrahim Emiroğlu'nun Ana Hatlarıyla Klasik Mantık (Asa:1999) kitabından kısaltılarak alınmıştır
Tanımın Sınırları
Tanım bir terimin ana nitelikleri ve esaslı karakterleriyle belirtilmesi demektir. Yine tanım, bir kavramın karakteristik içlemini belirleyen zihin işlemlerine denir. Tanım, en genel ifadesiyle, bir şeyin ne olduğunu açıklayan sözdür. Tanım, objeyi aynı cinsten olan şeylerle bir araya getiren ve onu farklı olduğu şeylerden de ayıran ifadedir.
Tanıma İslâm mantıkçıları “terimin anlamını açıklayıcı söz” demişlerdir.
Tanım yukarıdaki tarifinde de görüldüğü gibi bir sınırlama işlemidir. Örneğin "yılan sürünen bir hayvandır” dediğimizde onu sürünen olmayanlara karşı sınırlamış ve onlardan ayırt etmiş oluruz. “İnsan düşünen bir hayvandır” demekle de onu düşünen olmayanlara karşı sınırlamış oluruz.
Belirsizliği Kaldırmaya Yönelik Tanımlar
Analitik (tahlili) tanım
Bir terimi analiz ederek veya öğelerini gösterek tanımlamaktır. Suyu, “iki hidrojen ile bir oksijen molekülünden oluşan cisim”; aileyi, “anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük sosyal grup”; bekârı “evlenmemiş kimse” şeklinde tanımlamamız bu tanıma örnektir. Bu tür tanımın, dildeki belirsizliği ve çok anlamlılığı önlemede fonksiyonu büyüktür. Zira bu tanımlar, bir kelimenin o dildeki mevcut anlamını veya sözlük anlamını vermeyi amaçlar.
Kayıtlı tanım
Konuşmacının, bir terimi hangi anlamda kullandığım veya kullanış amacını gösteren tanımdır. Örnek: “Bana göre ‘ağır çekici' beş tondan fazla taşıma gücü olan taşıttır". Bu tür tanımlar kullanılan anahtar kavramların hangi anlamda, hangi bağlamda ve hangi çerçevede kullanıldıklarını belirgin bir şekilde belirttiklerinden dolayı belirsizliği kaldırmada önemli rol oynarlar. Yine bu tür tanımlarda, konuşmacı veya yazarın “bu konuşmamda ‘zengin' kavramı ile kastedeceğim şudur" veya “bu makalede ‘aydın' terimi şu anlamda kullanılmıştır" şeklinde…
Tanımlamanın Önemi
Kavramların ne olduklarını, temel anlamlarını ve esaslı karakterlerini, karışıklığa meydan vermeden, açık-seçik bir şekilde bilmeyince ne felsefe ne ilim ne de sağlıklı bir iletişim yapılabilir.
Her alanın kendine has terminolojisi vardır. Bir alanda konuşurken o alanın kavramlarıyla konuşmak gerekir. Bu ıstılahları bilen kişiler daha sağlıklı konuşur ve üretirler; birbirini daha rahat anlarlar. Bunun yanı sıra, ilme, tanıma başvurmamak bizi bilgisizliğe ve keyfiliğe itecek; bunlar da kavram kargaşasına yol açacaktır. Bu kargaşanın hakim olduğu yerde yapılan konuşmanın, yazmanın, tartışmanın fazla bir değeri ve yararı olmayacaktır.
Burada, aynı kavramları kullanmamıza rağmen farklı şeyleri kastetmemizin, kavramlar üzerinde uzlaşamayışımızın, kısacası, kavram kargaşasına düşmemizin bazı nedenlerini sıralayarak, zımnen de olsa, bu kargaşadan kurtulmanın çarelerini teklif etmek istiyoruz:
-
Kavramları tanımlamaktan kaçınıp, onların gevşek, kaypak ve belirsiz anlamlarından yararlanma isteği.
-
Önyargılı davranarak, art niyet taşıyarak veya ideolojik gayeler güderek terimlerin anlamlarını çarpıtmak.
-
Bazı kavramlara, zaman içerisinde, yeni anlamların yüklendiğine, yüklenen eski anlamlarından bir kısmının boşaltılmış, yine eskiden olmayan bazı yeni anlamların yüklenmiş olabileceğine dikkat etmemek.
-
Bazı kavramları safça yahut kurnazca ait veya layık olmadığı anlamda kullanmak. Buna "niyet faklılaşması” diyebiliriz. Örneğin, tarlasında çalışan bir rençper de, genelevde çalışan bir kadın da "alın teri” kavramını kullanarak çalıştıklarını dile getirmektedirler. Yine bir "şeriat" kavramı, dini ilimlerle uğraşanlarda veya dinini yaşamaya çalışan mütedeyyin/muhafazakâr çevrelerde başka, bir devrimcide daha başka (belki de tam aksi manada) anlaşılmakta ve ifade edilmektedir.
-
Yabancı kültüre ait ve özel anlamlar yüklenen kavramları alırken onları, doğduğu, geliştiği kültürel çevreyi ve farklılığı göz önünde bulundurmadan, “orda öyleyse bizde de öyledir” veya “orda varsa bizde de vardır” mantığıyla aynen aktarmak yahut keyfi bir anlayışla benimsemek. Hümanizm, modernizm, laiklik, Din(kilise)-devlet, Din (Hıristiyanlık)-bilim vs. Haliyle yabancı kültürden aktarılan bazı kavramlarda “anlam kaymaları” olabilmektedir.
Prof.Dr. Necati Öner'in Klasik Mantık (Ankara Ünv.İlahiyat Fak Yay: 1986) kitabından kısaltılarak alınmıştır
Tanımın Şartları
-
Tamın tam olmalıdır. Eski mantıkçılaıımız bunu şu formülle ifade ediyorlardı: "Tarif efradını cami ağyarını mâni olmalıdır.” Yani tanımı yapılanın bütün fertleri tanımın içine girmeli, o sınıfa dahil olmayanlar dışarda bırakılmalıdır.
-
Bir şeyi kendisinden daha müphem bir şeyle tanımlamamalıdır. Yani bir tanımın, anlamı açık kelimelerle yapılması gerekir.
-
Tanımda kısır-döngü bulunmamalıdır. Yani bir şeyi, bilinmesi kendisine bağlı başka bir şeyle tanımlamamalıdır.